Mahallenin Romanı: Yeditepe İstanbul

Nurbanu Gürsoy Hakkında

93 yılında İstanbul’da doğdu. Lise yıllarından sonra sinemanın büyülü dünyasını keşfetti ve yaşadığı gezegeni de keşfine alet ediyor. Sinemasal işler haricinde ürün fotoğrafçılığı, dijital medya içerik editörlüğü yapıyor. Video klipler çekip onları kurgulamaktan keyif alıyor, en çok kelimelerin gücüne inanıyor.

Yaşadığımız yüzyılın getirisi özlemlerden biri de kuvvetle muhtemel mahalle birliği. Evimizin bulunduğu sokağa girdiğimizde bile hissetmek istediğimiz o “evimdeyim” hissi. Şimdilerde bunu bulmak pek zor. Gökyüzünü kapatan yüksek binalar, estetikten yoksun restore edilmiş apartmanlar, içine girdiğimizde yüzünü görsek tanıyamadığımız komşular… Anahtarını evde unutmuş kardeşine bir anahtar bırakman gerekirken, “şimdi bu anahtarı kime teslim etsem gözüm arkada kalmaz” düşünceleri ile dolu aklımız. Yaşım genç olmasına rağmen bunu tatmış biri olarak söyleyebiliyorum; bundan beş yıl önce köşedeki kuruyemişçimize gözümüz kapalı teslim edebiliyorduk evimizin anahtarını. İçeriye sadece alışveriş yapmaya değil hâl hatır sormaya giriyorduk. O arada ne oldu bilmiyorum ama eskiyi her gün aratacak şekilde değişti bütün sokak. Görünüşte her şey aynı olsa da içerisi değil, bunu biliyoruz.

Tabii hâlâ bu mahalle kültürünü kendi içinde yaşatmaya çalışan yerler var, yok değil ama azalıyor. Azaltarak bitiriyorlar. Bunun farkındayız. Siteleşme, soylulaştırma, kentsel dönüşüm adı altında evimiz bellediğimiz mahallelere asla eskisi gibi olamayacak şekilde dokunuyorlar ve sesimizi çıkartamıyoruz. Eski Türkiye kavramını muhtemelen en çok yaşadığımız sokaklarda arıyoruz. Yaşanan duygusal olaylar, mahalleye giren rant gerçeği, mafya tehditleri, şehirleşmenin altında yatan gerçekler de gözümüze yansıyanlar arasında.

Şöyle diyor Yeditepe İstanbul’un aylak adam karakteri Yusuf: “Öyle bir şey ki, mahallenin romanı sayfa sayfa yırtılıyor içimden. Heyecanları ne yapacağımızı bilmiyoruz da ondan. Kendimizi cümlelerin içine hapsettik, anlamları arkamızdan ağlıyor.”

Yeditepe İstanbul

Türk televizyon tarihinin elle tutulur, geçmişe dönüp baktığımızda “böyle de bir dizi çekilmişti” diyebileceğimiz nadir yapımlardan biri olan Yeditepe İstanbul, 2001-2002 yılları arasında TRT1 ekranlarında yayınlanmış kırk yedi bölümlük bir dizi. İlk filmi Çok Uzak Fazla Yakın (2016) öncesinde yalnızca televizyon dizileri yönetmenliği yapmış Türkan Derya’nın yönetmen koltuğunda oturduğu dizinin senaryosunu Ali Ulvi Hünkar kaleme almış. Oyuncu kadrosunu Zuhal Olcay, Emre Kınay, Meral Okay, Uğur Polat, Oktay Kaynarca, Özgü Namal, Ruhi Sarı, Itır Esen, Güven Kıraç, İlhan Şeşen, Günay Karacaoğlu gibi televizyon ve sinema sektörünün başarılı, günümüze kadar değerlerinden hiçbir şey kaybetmeyen kişilerinin oluşturduğu dizi, hem oyunculuk hem de hikâye açısından akılda kalır bir dünya yaratıyor.

Komşuluk kültürünü, mahalle birliğini, imece usulünü, arkadaşlığı, aşkı, sevgiyi, nefreti oldukça naif bir şekilde işleyen dizi, yayın tarihinden on yedi yıl sonra bile aynı duyguları seyirciye hissettiriyor. Günümüzde bileninin çok fazla olmayışının muhtemelen arşivin yeterli karıştırılmayışından kaynaklandığı dizinin, izledikten sonra müptelası olan ve arada açıp tadımlık “şu bölümü tekrar izleyeyim” diyeni de fazla.

Dizi, kocasının ölümünden sonra tüm mal varlığını borçlarından dolayı kaybeden Olcay (Zuhal Olcay) ve kızı Duru’nun (Özgü Namal), oturdukları villayı boşaltmak zorunda kalmaları ve Balat’ta bir eve kiracı gitmeleri sonucu yaşananları ele alır. Ekonomik ve psikolojik olarak zor bir dönemin içine girdiklerinin tüm mahalle farkındadır. Hep beraber onlara destek olmaya çalışırlar. Ev sahipleri Havva (Meral Okay), Ali (Uğur Polat) ve Ömer (Ruhi Sarı) ile birlikte aynı katı paylaşmaları kendilerini sıcak bir aile ortamının içinde bulmalarına katkı sağlar. Mahallenin aylak adamı ve boş gezeni olarak anılan ama aslında bir şair olan, yaşadığı mahallenin romanını yazmakla uğraşan Yusuf (Emre Kınay) ile kardeşi Nilgün (Yeşim Ceren Bozoğlu) de kötü zamanlarında onlara en çok destek olanlardır.

Olcay hep iş arama çabasında, Duru ise okulunu bitirmeye uğraşmaktadır. Bir şekilde hayatlarını kurmaya çalışan anne kız, kendilerini bir süre sonra mahallenin parçası olarak bulur ve olanlara ayak uydurmaya başlar. Yaşadığımız yıllarda çok alışık olmadığımız bir mahalle kültürü tasviri sunan dizi, her fırsatta birlik ve beraberliği vurgular, çözülemeyecek hiçbir şeyin olmadığına inandırır bizleri.

Zaman geçtikçe kendini garip bir aşk üçgeni içinde bulan Olcay’ın yaşadığı duygusal boşluk onu karar vermekte zorlar. Ama gariptir ki bu aşk üçgeni içinde bulunan Olcay, Yusuf ve Ali hiçbir şekilde birbirlerine karşı olumsuz düşünceler beslemezler. Bu da bize sevginin içten de yaşanır bir duygu olduğunu gösterir. Günümüzde üstünkörü yazılmış, herhangi bir duygusal boyutu yahut derinliği olmayan, neresinden tutarsak tutalım elimizde kalan yerli televizyon dizileri ile karşılaştırdığımızda, Yeditepe İstanbul izleyicisini sarıp sarmalar. Yalnızca programı doldurmak için yazılan, istenilen reytingi yakalayamayınca da yayından kaldırılan diziler yerine yeniden yayınlanmaya başlasa şahane olmaz mıydı?

Gerçek Bir İstanbul Tasviri

Her repliği bir dize niteliğinde olan dizinin boş geçen bir dakikası bile olmadığını düşünmemiz de hikâyenin samimiyetine dayanır. Her dizi ya da filmde karşılaştığımız olay örgüsünün Yeditepe İstanbul’da gördüğümüz biçimiyle gerçek hayatta karşılaşmamızın muhtemel olması, dizinin gerçekliğine artı bir katkı sağlar. Hemen her karaktere yolda yürürken rast gelme ihtimalimiz ve bütün bu karakterlerin bir mahallede toplanmış olması da dizinin bir diğer güzelliğidir. Tabii seveni kadar sevmeyeni de olabilir. Fakat sevenin de sevmeyenin de kendine veya çevresine dair bir nokta bulacağı kesindir.

Her güzel şeyin sonunda bir gitmek gerçeği olması, dizinin hüznünü boynumuza asılı bırakır.  Yeditepe İstanbul, gerçek bir İstanbul tasviridir. Samimi, hüzün dolu, neşeli, dostane ve birlik duygusu ile yaklaşır seyircisine. Kötü vakitlere karşı koyan, iyi vakitleri çoğaltan bir anlatısı vardır. Şehrin içinden, bildiğimiz ama özlem duyduğumuz bu hikâyeyi kaçıran varsa eğer, hiçbir şey için geç değil. Belki de şimdi tam zamanıdır.

Bir cevap yazın