
- Çavdar Tarlasında Bir Münzevi: J. D. Salinger - 21 Şubat 2022
- Bir Ikea Dolabında Mahsur Kalan Hint Fakiri’nin Olağanüstü Yolculuğu: “Büyük” Ülkeler, “Küçük” İnsanlar - 29 Ocak 2019
- Bir At Bara Girmiş: Temel İsrail’de - 1 Ocak 2019
- Perihan Mağden Romanlarında Küçük Bir Gezinti - 17 Ağustos 2018
- Tek Dert Bu Olsun Serisi: Az Görülen Sinema Duyarları - 17 Şubat 2018
- Kan ve Gül: Mazideki Mutluluğa Dönmek İstemek - 9 Haziran 2017
- Soğuyunca Acımaya Başlar: Medea Restoranda - 22 Nisan 2017
“Hatıralar kutulansaydı onların da son kullanma tarihi olur muydu? Eğer öyleyse asırlar boyu bozulmamalarını isterdim,”* film repliğiyle; “İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir,”** kitap cümlesi benzer hisleri veriyor. Dünyanın bir köşesindeki Hong Konglu film yönetmeniyle Ankaralı kitap yazarını buluşturan ortak bir his… Mazideki bir mutluluğa dönmek mümkün değil ve bazen bunun çok can yakıcı sonuçları oluyor.
Gençlik yıllarında kavuşamadığı aşkta kalan bir kadın hakkında Çiçek Tangosu adında bir oyun yazmıştım. Allah’a şükürler olsun ki kadını Deniz Türkali okumuştu. Maziyi aynen geri getirmenin imkânsızlığını kırmaya dair bir yöntem önerisiydi. “Bir zamanlar mutlu olmak ve mutlu olduğu zamana dönmek” arzusu, Alper Canıgüz’ün Kan ve Gül kitabının temelini oluşturuyor. Kitapta geçmişe dönerek, mutlu o günlerini anlamak ve mutsuz bugünlerini belki de değiştirmek amaçlanıyor.

Canıgüz Tatlı Rüyalar kitabını merkeze aldığı, hatta Oğullar ve Rencide Ruhlar’da kısa bir pasajda yer verdiği rüyadan bu kitapta da yararlanıyor. Orta yaşlı bir adamın sıradan ve yalnız hayatından bir tür rüya sahnesiyle adamın gençliğine dönüyoruz. 90’ların ortaları, Boğaziçi Üniversitesi, tiyatro tutkusu, gençlik aşkları ve hayatı yönlendirebilecek kariyer planlarıyla kurulmuş bir evren bu. Her bölüm adında Nirvana şarkıları var. Kurt Cobain henüz intihar etmemiş, grunge dinleniyor ve Türkçe Pop tarihinin en iyi yıllarını yaşıyor (bu kitapta yok ama bence öyle). Yani her şey güllük gülistanlık… Sahiden öyle mi? Katilin belli olmadığı bir cinayet vakası var ve kahramanımız olayın neresinde, hep birlikte anlamaya çalışıyoruz.

Yazarın yazmaktan çok keyif aldığı ve verdiği geçmişteki bu evrende üniversiteli öğrencilerin diyalogları, mizansenleri çok eğlenceli, coşkulu… Her hevesli genç grubun ilk denemelerinde ortaya çıkabilecek türden didaklikteki Azrail-Kapitalist oyunu ve bunun efsane bir yerde-saatte sahnelenmesi, başlı başına ilginç bir figür olan Abdül’ün maceraları, yetiştirme yurdu çıkışlı baletin kiralık katil olması ve bugüne uzanan siyasi tartışmalar… Dramatik kurallarda “Eğer aksiyonu veya sonucu etkilemeyecekse atın gitsin, yoksa eseri baltalar, geyik olur, sıkıcılaşır,” diye öğretilen şeyler kitapta hayli yer alıyor. Okuyucu tercihiyle ilişkili bir konu olduğundan ben fazla umursamadım. “Canıgüz beş yüz sayfa sırf geyik de yapsa baştan sona bir çırpıda bitirirdim!” demeyeyim ama ara ara mutlaka okurdum.
Dolayısıyla kitaptaki “Katil kim?” polisiyesinin sorunu yan öğelerin fazlalığı veya merak unsurunun kaybolması değil. Olayların bağlanma biçiminin biraz saçma olduğunu düşündüm. Uğruna adam öldürecek kadar ilişkisine önem veren bir kadın neden aldatır? Aldattığı hâlde ilişkisine neden devam etmek ister? Hem de bu insanlar elit üniversiteli gençler iken, birbirlerine hiçbir maddi veya manevi gebelikleri yokken… Hikâyenin zayıf bir nedensellikle geçiştirdiği veya gölgede bıraktığı noktalarda ise “Nergis’in gerçekten de yarı çıplak Abdül’ün evinde ne işi vardı?” Yazara veryansın ettiğim bu bölümden sonra kaldığımız yerden devam edelim.
Alper Canıgüz evrenindeki bazı mekânlar, karakterler bu kitapta da kendine yer buluyor. Tatlı Rüyalar’da düğümün çözüldüğü yer Beşiktaş Çarşı, Gizliajans’ı hatırlatan “kim kime, dum duma” ofis ortamı ve ilişkileri, Oğullar ve Rencide Ruhlar’da babanın arkadaşları Kız Tevfik ve son derece komik bir kısa hikâyeyle Tahta Kafa arz-ı endam ediyor.
Çok belirgin ayırımlar yoksa birinci tekil kişideki hikâye anlatıcısı ve aynı zamanda başrol personasıyla yazarın kendisini özdeşleştirme eğilimine (bazıları buna yanılsama da diyebilir, kabul) ben de sahibim. Yazarın Boğaziçi Üniversitesi mezunu olması, gençlik yıllarının 90’ların ortasına denk gelmesi gibi magazin bilgileri hesaba katmanın da etkisiyle anlatıcı Aziz ile kitabın yazarı Alper Canıgüz’ü, okurken neredeyse aynı kişiler gibi ele aldım. Bu nedenle kitabın çıkış noktasının da en iyi ve en keyifli anlatılabilecek yere, coşkulu üniversite yıllarına dönüp onu tekrar yaşamak isteği olduğunu sanıyorum.
İskender Doğan ise hoş ve tekinsiz bir karakter olarak, Kan ve Gül şarkısı ile aşk ve cinayet üzerinden romana adını veriyor. Sonunu biraz tahmin edilebilir kılsa da şık bir referans olmuş. Vecihi’nin Gülen Gözler’de (1977) “Seviyorum veriyor musun?” repliğiyle değiştirdiği kız isteme sahnesi, şarkıya unutulmaz bir mizah katmıştı. Bu kitap, İskender Doğan’ın şarkısındaki sözlerin karanlık yanını da keşfetmeme sebep oldu. Kan ve Gül, şarkı biraz korkunç değil mi?, tabii yaa…
*Hong Kong Ekspresi, yönetmen: Wong Kar Wai (Chungking Express, 1994)
**Hikayem Paramparça, Emrah Serbes, 2015