Haydi Abbas, Vakit Tamam: Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Kemal Tahir

Ebru Bakım Hakkında

Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Gaziantep Üniversitesi Ekonomi Hukuku alanında yüksek lisans öğrenimini sürdürmüştür. Çankaya Üniversitesi Münazara Kulübünde iki yıl münazırlık yapıp, LÖSEV ve TOG Vakıflarında çeşitli etkinliklerde bulunmuştur. Anıtkabir Dergisi’nde röportajı yer alan yazar, şu an Gaziantep Barosu’na kayıtlı bir avukat olarak çalışmaktadır. Blog çalışmaları ve çeşitli mecralarda edebiyat üzerine yayınlanan yazıları bulunmaktadır.

Bir roman, öykü ya da şiir okurken o eserin yaratıcısından da parçalar okursunuz. Attila İlhan’ın doğasına girer Cemal Süreya’nın dopdolu aşkını yaşarsınız. Ancak mektupların edebiyat içerisinde öyle samimi, öyle sıcak, öylesine dokunaklı bir yeri vardır ki onun verdiği tadı hiçbir edebi metin veremez. Çünkü mektup ile o kişinin gerçek dünyasına inme imkânı bulursunuz. Çektiği zorlukları, yaşam koşullarının eserlerine yön verişini, içindeki aile, sevgili hasretini günbegün izlersiniz uzaktan. Bazen yazarın yazdığı bir şiiri onunla beraber düşünür, bitirdiği andaki heyecanını birlikte yaşarsınız. Bazen de dönemin koşullarını, tarihi, siyaseti halkın gözünden görürsünüz.

Edebiyatımızın zaman yolculuğuna üç önemli şahsiyet ile başlamak istedim. Kimedir o şiirler, okurken bir “ah” çektiğimiz satırlar? Biri sevgili, biri aile, biri ise arkadaş için yazılan mektupların derlendiği üç kitap; zamanın tozlu rafında unutulan mektuplarda üç hayat…

Orhan Veli “Yalnız Seni Arıyorum”

Orhan Veli… Ölüm onu çok erken yanına aldığı için aşkı, içinde yaşadığı o derin aşkı ancak mektuplarda yaşayabilen naif şair. Hayatını bilmeseniz de o güzel şiirlerini okuduğunuz anda içinizdeki aşkı ortaya çıkaran, uyaksız, birbiri ile anlamsız kelimeleri ustalıkla birbirine bağlayan nadir şairlerden.

Orhan Veli okurken bu dokunaklı şiirleri kimin yazdırdığını hep merak etmiştim. Cevabı, Nahit Hanım’ın gün yüzüne çıkardığı mektuplarda buldum. Ancak bu cevabı sizlerle paylaşmadan önce Nahit Hanım’a da değinmek gerekir. Nahit Hanım, öyle sıradan bir sevgili değildir. 1940’lı-1950’li yıllarda, içinde Sabahattin Ali de bulunan birçok şairin şiirinde yer almıştır. ‘Rönesans gibi kadın’ ya da Cemal Süreya’nın deyişi ile ‘Cumhuriyet gibi kadın’dır. Orhan Veli’nin de en büyük aşkı olmuştur. “Yalnız Seni Arıyorum”u okurken Orhan Veli’nin duyduğu büyük aşka karşılık Nahit Hanım’ın bir çocuk şımarıklığını anlarsınız yazılanlardan. Her ne kadar kitapta Nahit Hanım’ın sadece son mektubuna yer verilse de, Orhan Veli’nin aşkını kanıtlamak için adeta yakarırcasına yazdığı şu cümleler, Nahit Hanım’ın verdiği cevapları anlamamıza yetiyor: “Yalnız senin için yaşıyorum, yalnız senin için yaşamak istiyorum. Bu arada yanında olmayı da istiyorum. Gece gündüz bunu düşünüyorum. Niçin inanmıyorsun?”

Kimi zaman parasızlıktan aç kalmış, kimi zaman da edebi çalışmalarını yürütebilmek için sigara satmak gibi hiç alakası olmayan işlerle uğraşmıştır Veli.  Bir mektubu göndermek için parasının olmadığı zamanları yaşamış, evin kirası yüzünden mahkemelik bile olmuştur. Ama tüm bunlara rağmen Nahit’ten gelecek bir güzel cevap için ona yazmayı ve mektup göndermeyi ihmal etmemiştir. Öyle ya, kimi zaman kendi semtinden, kimi zaman da başka semtlerden mektuplarını gönderebilmiştir yol parası mektubu ertelemesin diye. “İstanbul muhakkak ki güzel şehir. Ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. Sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir var.”

Orhan Veli

Orhan Veli sadece sözde değil davranışları ile de aşkını yaşayan bir şairdir. İstanbul’dan Ankara’ya uzanan sevgili hasretini, yakınlarına davranışları ile de belirtmiştir. Kışın soğuğunda üstüne mont alacak parası bulunmasa da birkaç saatliğine Nahit Hanım’ı görmek için Ankara’ya gitmiştir. Kimi zaman ise sadece selamını göndermekle yetinebilmiştir. “(…)geçen akşam Fuat Ömer’e gittim. Sizin müdür Perihan oradaydı. Ayrılırken ‘Ankara’ya gidiyorum. Bir şey söyleyecek misin?’ dedi. Ben de ‘Bütün Ankara’ya selam, yani Nahit Hanım’a dedim.’ Meziyet Hanım ‘Bir vagon dolusu’ dedi. ‘Vagonlar dolusu’ diye tashih ettim. Dünyalar dolusu desem daha doğru olurdu.”

Belediye çukuruna düşmesi sebebi ile hayatını kaybeden Veli’nin son şiiri diş fırçasına sarılı, kırışık bir hâlde kalmıştır. Tüm mektupları okuduğumuzda bu şiirin Nahit Hanım’ın portresi olduğunu anlayabiliyoruz. Yarım kalan aşkı gibi yarım kalmıştır şiiri;

“Hiçbirine bağlanmadım

            Ona bağlandığım kadar

            Sade kadın değil, insan.

            Ne kibarlık budalası,

            Ne malda mülkte gözü var.

            Hür olsak der,

            Eşit olsak der.

            İnsanları sevmesini bilir

            Yaşamayı sevdiği kadar.”

Cahit Sıtkı Tarancı “Evime ve Nihal’e Mektuplar”

Türk Edebiyatı’ndaki en mülayim şair diyebiliriz Cahit Sıtkı için. Bunu şiirlerine bakarak değil ailesine yazdığı mektuplardan yola çıkarak söylüyorum. Tarancı sadece edebi eserlerinde değil günlük konuşmasında dahi kullandığı kelimelere dikkat eden, anne babasına ve hatta kendisinden küçük kız kardeşi Nihal’e karşı da saygıda kusur etmemeye çalışan bir şairimizdir.

Cahit Sıtkı Tarancı ve Kız Kardeşi

Cahit Sıtkı’nın ailesine gönderdiği mektupları derleyen bu kitabı okurken hem dönemin şartlarını hem de Tarancı’nın ne kadar maddi zorluklar içinde kendisini ve edebi kişiliğini idame ettirdiğini anlıyorsunuz. Babasına layık olmak için Galatasaray’daki sınavlarına gece gündüz çalışıp, küçük bir kuş sever gibi kız kardeşine olan sevgisini hissediyorsunuz. “ Kardeş, sevgili Nihal, en temiz ve riya kabul etmez bakir bir sevgidir. Bu sevgiyle birbirine bağlı kimseler mesut olmaya namzettirler.” Kaldığı yatılı yurtta arkadaşlarının aile bağlarının kopuk olmasına içerlenen ve bunu görüp ailesine olan bağını daha çok sağlamlaştıran, maddi manevi her anlamda onları düşünen birisidir.

Şiir yazmayı sadece hobi ya da para kazanma amacıyla meslek olarak değil ideal olarak  benimseyen Cahit Sıtkı’nın en büyük hayali, belki de değerinin bilindiği bugünleri görmekti. Her ne kadar birçok yazarımız gibi değeri ölümünden sonra anlaşılsa da gençlik çağlarında çok önemli bir zat olacağının haberini veriyordu Tarancı. “(…)hâlbuki kalemim yaşanılacak saadetlerin müjdecisi olmak niyetinde…”

Tarancı’nın her mektubu edebi bir dil ile yazılmış, tüm içtenliğini gözler önüne sermiştir. Yazdığı şiirleri ilk önce kardeşi Nihal ile paylaşmış, kimi zaman da (“Yılbaşında” şiirinde olduğu gibi) şiirlerini ona hitaben yazmıştır. Mektuplarının en güzel yanı, kaleme aldığı şiirleri yazdığı andaki duygu ve düşüncesini onlara aktarması, bu şiirleri kime ya da kimlere yazdığını belirtmesidir. “Bazen en çok sevdiğimin bende nefret uyandırdığı vaki oluyor. Kimseye emniyet edemiyorum. ‘Bir Kapı Açıp Gitsem’ şiirimi öyle laf olsun diye yazmış değilimdir. Hakikaten ben bu dünyanın adamı değilim…”

Ne yazık ki Orhan Veli gibi trajik bir şekilde hayata gözlerini kapamıştır Tarancı. Belki çok daha trajik… Tarancı kadar kalemini seven ve yaşama sevinci ile dolup taşan bir şairin geçirdiği felç sonrası konuşma yeteneğini kaybetmesi, ölümden de beter bir durum olmuştur onun için. Zira okuduğunuz her mektupta göreceksiniz ki Tarancı’nın tek isteği yazmak, yazmak ve yazmaktır. “Sanat benim için bir teselli vesilesi, bir kurtuluş kapısıdır… Ona dört elle sarılmaklığım tabii bir neticedir. Tutunduğum yegane dal. Bu da kırılırsa ben ne olurum Nihal Abla?”

Kemal Tahir “Kemal’den Piraye’ye Mektuplar”

            “Sevgili Piraye Yengeciğim”

Gelelim Kemal Tahir’e. Kemal Tahir’den, Nazım Hikmet’e mektuplar yazdıran Piraye’den bahsederek başlamak daha doğru olur aslında.

Kendisini inatçı, erkek gibi davranmaktan hoşlanan, gururlu olarak tanımlar Piraye. Ona yazılan mektuplardan anladığımız kadarıyla da dobra dobra, sevgisini kızarak belli eden ve fedakâr bir yapısı vardır. Kemal ise sabırsız, gençliğinin doruklarında daha edebiyat dünyasına yeni girmişken tanışır Piraye Yengesi ile. Nazım Hikmet ile aynı koğuşu paylaşırken yazdığı romanları Piraye’ye gönderip onun fikirlerini istemiş, çoğu zaman da azar işitmiştir Piraye’den. “… Hele Kemal bütün ömrünü gevezelikle geçiriyor. Yaşı birkaç eseri olacak kadar ileride, daha ortalarda bir şey yok, yalnız kendine iyi kötü bir isim yapabildi o kadar.”

Kemal Tahir sadece mektup göndermemiştir Piraye’ye. Kendi fotoğrafını çekip el yazısı ile kapak bile yapmıştır, “Kemal’den Piraye’ye” diye…

Uzun yıllar sandıklarda, eski kutularda saklı kalan mektuplardan belki de en dokunaklı olanlar bu mektuplardır. Neden mi dersiniz? Hasret, uzun süren bekleyiş, dönemin siyasi koşuşturmacası ve bitmesi mümkün görünmeyen ancak ani bir şekilde biten bir aşk. Nazım’ın 1932 tarihli mektubunda ölüm üzerine dediği belki doğruydu; “En fazla bir yıl sürer/ yirminci asırlarda/ ölüm acısı” derken. Ama aşkını kaybeden biri için de aynı şey geçerli mi Piraye diye soran olmadı. Soranlar olduysa da Piraye konuşmadı.

Kemal Tahir

Kemal Tahir üçüncü kişi olarak dışardan bakmıştır bu aşka.  Ama belki de Nazım ve Piraye’den daha çok şaşırmış ve üzülmüştür. Eşi Semiha’ya yazdığı mektupta da belirtmiştir bu üzüntüsünü. Çünkü sevgili Piraye Yengesini herkesten çok önemsemiş, onu eğlendirmek için neşeli mektuplar yazmaya çalışmıştır. Bu mektuplarda biraz bıkkınlık, biraz özlem ve biraz sitem vardır.  Ama sadece mektup yazmakla yetinmemiş, kimi zaman romanlarını göndermiş kimi zaman da Piraye’ye şiir atfetmiştir.

“Bu şiiri bilmiş ol/ Seni çok göresim geldiği için yazdım/ Çünkü artık içerde canım sıkılıyor/ Yüreğim, başım, yumruklarım içerde değil artık/uzaklarda…/ ben, beni bir yerde unutup/uzaklarda döğüşmeye çıkmışım gibi/ bana bak yengeciğim.”

Şimdi ne Kemal, Nazım, Piraye üçlüsü ne Orhan Veli’nin aşkı ne de Cahit Sıtkı’nın ailesi kaldı geriye. Ama bu mektuplar sayesinde bir dönemin ruhu sardı bizi tüm içtenliği ile…

Leave a reply

  • Site Yorumları (0)
  • Facebook Yorumları