
- Vizyona Göz Kırpan Festival Filmleri - 2 Haziran 2022
- 2022 Oscar Ödülleri: Orta Şekerli Filmlerin Gecesi - 29 Mart 2022
- Nomadland (2020): ABD’de Göçebe Olabilmek - 14 Mart 2021
- Makineler De Âşık Olup Yas Tutabilir Mi?: Üç Duygu Durumu, Üç Dizi - 26 Şubat 2021
- Filmekimi’nin Ardından: Bu Yıl Ne İzlesek? - 18 Ekim 2019
- Fosse/Verdon (2019): Bob Fosse ve Gwen Verdon Üzerine - 29 Ağustos 2019
- Chernobyl (2019) Dizisinin Düşündürdükleri - 1 Temmuz 2019
- Aile Olmak Ya Da Olmamak: Üç Ülke, Üç Kültür, Üç Popüler Komedi - 23 Ekim 2018
- Kimlik Arayışı ve Ait Olmak: 37. İstanbul Film Festivali (Bölüm 2) - 16 Temmuz 2018
- Kimlik Arayışı ve Ait Olmak: 37. İstanbul Film Festivali (Bölüm 1) - 2 Temmuz 2018
Dejavuyu ruhun, beden zamanından daha hızlı gitmesi olarak açıklayan bir teori mevcut. Buna göre gelecekte yaşanacak olayların rüyalarda önceden görülebildiğini savunulur. Rüyalar; içerdikleri gerçeküstü öğeler, semboller, şifreler ve doğrusal olmayan zaman yapısı sayesinde merak uyandırırlar. Kimi zaman geleceğe ait bir ipucu olarak görülür, kimi zaman zaten vuku bulan bir kişiyi/olayı/kavramı temsil ettiği varsayılır, kimi zaman da bilinçaltının tezahürü olarak tefsir edilirler. Bu oldukça geniş metafor yelpazesi nedeniyle rüyalar, sanatçıların en yoğun kullandığı unsurların başında gelirler.
Ildikó Enyedi’nin Berlin’de Altın Ayı kazanan eseri On Body and Soul (Teströl és Lélekröl – Beden ve Ruh – 2017) da bir rüya sekansıyla başlıyor. Film boyunca benzerlerini göreceğimiz bu rüyada yaşananlar, aynı zamanda ana hikâyenin de önemli bir unsuru. Çünkü esas karakterler olan Endre ve Mária söz konusu düşün de esas kahramanları. Lakin insan bedeninde değiller, birer geyik olarak ormanda beraber yürüyorlar, otluyorlar, su içiyorlar…
Gerçek hayatta Endre, bir mezbahanın muhasebe müdürü. Yaşını başını almış biri, tek başına yaşıyor, bir kolunun çalışmaması hayatını pek etkilemişe benzemiyor, çevresinde gayet sevilen ve saygı duyulan biri. Mária ise aynı mezbahada işe yeni giren kalite sorumlusu. Diğer insanlarla bariz bir iletişim sıkıntısı var, hayatı son derece mekanik yaşayan, empati yetisinden ve çoğu duygudan yoksun bir karakter.
Gördükleri ve paylaştıkları rüya ne kadar naif, farklı ve sıcaksa gerçekteki yaşamları o kadar sıradan, tanıdık ve soğuk. Öncelikle ormanda yaşayan bir hayvan olarak alabildiğine özgürler. Tek dertleri o gün için doymak, su içmek ve başka bir hayvana yem olmamak. Doğanın göz kamaştırıcı manzaraları ve huzur dolu sessizliği içinde beraberler. Gündelik yaşamda ise diğer hayvanların katledildiği ve bu işlemin gayet sistematik gerçekleştirildiği bir yerde çalışıyorlar. Üstelik ikisi de bu iş yerinin önemli görevlerinde. Biri bu katliam işinin iktisadi boyutuyla meşgulken, diğeri kesilen hayvanlara ait etlerin ne kadar iyi olup olmadığına karar veriyor. Diğer ifadeyle bir tarafta doğanın birer unsuruyken, diğer tarafta doğayı sömüren bir yapıyı idame ettiren kişiler arasındalar. Yönetmen Enyedi bu çatışmadan faydalanarak On Body and Soul‘un zeminini oluşturuyor, buna başka çatışmalar eklemleyerek yapıtındaki katmanları daha da arttırıyor.
Endre günlük hayatının tekdüzeliğinde, sıradan bir bekâr hayatı yaşıyor. Cinsellik üzerine kurulan ilişkiler, androjen dozu yüksek muhabbetler ve tabii ofis dedikoduları… Yaşının getirdiği bir özgüvene de sahip. Tek bir soruyla karşısındaki hakkında karar verebiliyor (her ne kadar karşısındaki de bu yargıya zemin hazırlasa da). Mária ise aksine alışılmışın dışında biri, her manada. Daha ilk tanışmalarında tüm sosyal nezaket kurallarını hiçe sayıyor ve lafı Endre’nin ağzına tıkayarak konuşmayı sonlandırıyor. Mária’nın bu tavrı başta seyirci tarafından garipsense de, sonradan bunun, onun için doğal olduğu, zaten ciddi bir iletişim sorunu olduğu anlaşılıyor. Mária içinden öyle gelmese de daha önce böyle bir durumda bulunmadığından nasıl davranacağını kestiremeyen biri. Nitekim film ilerledikçe Endre ile olan ilişkisini ilerletebilmek adına kendisini aşırı zorlayarak da olsa hayatında ilk kez bazı şeyleri deneyimlemeye başlıyor. Bir insanla kâğıt oynamak ya da bir çuval pirincin içine elini sokmak gibi…
Mária, rüyası ve Endre sayesinde kendisini dönüştürürken Endre de hayatta hâlâ yeni şeylerle karşılaşabileceğini ve kimi zaman haksız da çıkabileceğini anlamaya başlıyor. Daha da mühimi, duygularına kulak vermesi gerektiğini kavrıyor. Filmi özgünleştiren de bu dönüşümleri gerçekçi bir şekilde aktarabilmesi. On Body and Soul, biri fiziksel biri psikolojik engelli iki insanın engellerinin bedenlerinde değil de zihinlerinde olduğunu yalın bir şekilde vurgulamayı başarıyor.
Hikâye esas olarak Endre ile Mária’nın ilişkisini takip etse de modern topluma dair gayet yerinde saptamalarda da bulunuyor. Filmin geçtiği yerin bir mezbaha olmasının getirdiği çıkarımlara ek olarak; iş yaşamında kadının yeri, erkek egemen toplumun cümle aralarında bile belli olan baskıcı tavırları, maddiyat üzerinden yürüyen ebeveyn-çocuk ilişkileri gibi konular, kimi sahnelerde kendilerine yer buluyorlar. Dikkatli bakıldığında bunların bile beden ve onunla alakadar kavramlarla ilgili olduğu fark ediliyor. Mezbahaya gelen – ve işi ruhsal çıkarımlar yapmak olan- psikoloğun memelerinin, tüm çalışanların ağzında sakız olması gibi.
Enyedi On Body and Soul‘u, kadın-erkek çatışmasının sevimli ve hüzünlü taraflarını harmanlayan romantik komedi şablonları üzerine kursa da (ve bunun getirdiği bilindik olma hissi yer yer filmi aşağı çekse de), aslında çok daha ciddi bir çatışma üzerine ana ekseni oturtuyor. Bir tarafta bedenin içine hapsolmuş, onun getirdiği sınırlamalara katlanmak ve önündeki engelleri aşmak zorunda olan ruh yer alıyor. Yönetmenin, ruh ile ebedi istiharatgârı beden arasındaki yaman çelişkiyi böylesine yumuşak bir stille işlerken, bunun getirdiği ciddiyetin de arkasında durması başlı başına büyük bir yetkinlik. On Body and Soul’un uyumlu oyunculukları, konunun önüne geçmeyen yetkin biçimsel özelliklerle birleşince ortaya oldukça ayrıksı, fark yaratan, özel bir film çıkıyor. 2017’nin akılda kalan birkaç yapıtından biri olacağı rahatlıkla iddia edilebilir.