68. Berlin Uluslararası Film Festivali İzlenimleri: Dovlatov ve The Prayer

Nurbanu Gürsoy Hakkında

93 yılında İstanbul’da doğdu. Lise yıllarından sonra sinemanın büyülü dünyasını keşfetti ve yaşadığı gezegeni de keşfine alet ediyor. Sinemasal işler haricinde ürün fotoğrafçılığı, dijital medya içerik editörlüğü yapıyor. Video klipler çekip onları kurgulamaktan keyif alıyor, en çok kelimelerin gücüne inanıyor.

Dovlatov (2018)

Yirminci yüzyılın en iyi yazarlarından olan ve çoğu yazar gibi değeri öldükten sonra anlaşılan Ermeni asıllı Rus yazar Sergei Dovlatov’un hayatına odaklanan Dovlatov (2018), dönemin kültürel, siyasi ve politik yönlerini, kapitalist sistem eleştirisini Alexey German Jr.’ın yönetimi, uzun çekim planları ile birlikte çarpıcı biçimde ele alıyor.

1971 Leningrad’ında, askeriyedeki muhafızlığından ayrılıp yazarlığa yönelen Dovlatov’un yazılarını yayımlatmak istemesinin, bunun bir türlü gerçek olmamasının ardındaki sancılı süreçleri ve geçimini sağlamak adına girdiği işlerin ona geri dönüşlerini izliyoruz. Yazarın üzerinden Rusya’nın gelişemeyen yönlerini, Sovyetler Birliği altındaki ülkenin içinde bulunduğu baskı ortamını ve Dovlatov’un çevresindeki kişilerin başlarına gelenleri senaryo hakimiyetini koruyarak sunan film, dönemin gerçeklerini daha çok kültürel alan üzerinden bir bir ortaya döküyor

Leningrad’ın puslu ve gri havasıyla Sergei Dovlatov’un yaşamının bir bölümünü beyazperdeye yansıtan German Jr.’ın, hikâyenin atmosferini güçlü bir biçimde yarattığı söylenebilir. Yaşanmış gerçek olaylara kattığı kurmaca dramatizasyon ve var olmuş gerçek kişilere yüklediği dozunda var oluş sancılarıyla hikâyenin inandırıcılığını destekliyor film. Rusya’da ikinci Tarkovsky olarak adlandırılan yönetmen Alexey German Jr., bir önceki filmi Under Electric Clouds (2015) ile sinema yolundaki emin adımlarını kanıtlar nitelikte yeni bir yapımla tekrar seyirci karşısına çıkıyor.

The Prayer (2018)

68. Berlinale’nin Altın Ayı için yarışan filmlerinden The Prayer (2018), konusu ve işlenişi bakımından adından çok söz ettireceğe benziyor. Fransız oyuncu, yazar ve yönetmen Cédric Kahn’ın yönetmen koltuğunda oturduğu film, uyuşturucu bağımlısı Thomas’ ın (Anthony Bajon) kendini terbiye etmesi için gittiği dağ evinde yaşadıklarını ve dönüşümünü anlatıyor.

Thomas, kendisini bir rahibe tarafından bağımlı gençleri düştükleri bataklıktan kurtarmak, onları doğanın zorlu koşullarında çalıştırarak dünyevi istek ve düşüncelerinden uzaklaştırmak amacıyla kurulan, vakitlerinin çoğunu dua ile geçirmelerini sağlayan dini bir rehabilitene evinde bulur. Evin başkişisi de yıllar önce bu eve gelmiş ve bütün kötülüklerden arınmıştır. Fakat dışarı adım attığında tekrar bir bağımlı olup olmayacağı bilinmez. Korkularından uzak durdukça onlardan vazgeçmiş sayılamaz insan. Thomas bu noktada güçlü bir karakter, evde birkaç hafta geçirdikten sonra daha fazla yapamayacağını anlayıp geri dönmeye çalışsa da yolda bağımlılıklarından neden kurtulması gerektiğine dair, o evden daha etkili olan bir güçle karşılaşır.

Dini inançlar, tanrının varlığını sorgulama, bastırılan arzular, göstermelik duanın etkisi gibi temaların işlendiği senaryonun tutarlılığı ve sinematografinin gücü de filmi bir üst seviyeye taşır. Evde kalan diğerlerinin yapmadığı gibi dünyevi isteklerini bir kenara atmadan ve bunlardan kaçmadan iyileşmeye çalışan Thomas’ın hikâyesi filmin elle tutulur yanlarını da sağlamlaştırır. The Prayer der ki, zaaflarınla yüzleşmeden onlardan kurtulmuş sayılmazsın.

Bir cevap yazın